Yıllarca satış pazarlama alanında farklı pozisyonlarda çalıştım. Başarılı bir satışçı olarak algılanmanın altın kurallarından birisi; tüm gün güler bir yüzle dolaşmaktır. Müşterilere karşı güler yüzlü olmak, çalışma arkadaşlarına karşı güler yüzlü olmak, yöneticilere karşı güler yüzlü olmak... Hatta bu durum iş yeri ile de sınırlı kalmaz. Eve gidince de aynı şey beklenir çoğumuzdan. Eşine karşı güler yüzlü olmak, çocuğuna karşı güler yüzlü olmak. Bir adım öteye taşıyalım; arkadaşlarımızla ilişkilerimizde de bu böyledir. Yüzümüz asıksa hemen o beklenen soru gelir ‘hiç iyi görünmüyorsun, neyin var?” Peki ya gerçekten gülmek istemiyorsak? İçimizden somurtmak geliyorsa, ya da öfkeliysek, sıkılmışsak, yorulmuşsak?
Özellikle hizmet sektöründe çalışıyorsanız, yöneticiniz veya patronunuz nasıl hissettiğinize aldırmadan, sizden müşterilere karşı daha neşeli görünmenizi isteyebilir. Yaptığınız işin tanımında sadece o işle ile ilgili bilgi, beceri, yetenek, yetkinlik ve tecrübeleriniz değil, o işin sizden beklediği duygusal emeğiniz de vardır. Duygusal emek terimi ilk kez 1983'te Amerikalı sosyolog Arlie Hochschild tarafından kullanılmıştır. Duygusal emek pek çok şekilde tanımlanabilir ama en basit hali ile bireyin kendi gerçek hislerini ve duygularını bastırması ve ondan beklenen duyguları göstermek zorunda hissetmesidir. Bu durum uzun süre devam ederse duygusal yorgunluk, stres ve hatta tükenmişlik sendromuna yol açabilir.
Comments